Pazar günü sokakta yürürken birden bire bilinçsizce bir kahveye girdim.
Sıkıntıdan olsa gerek kahveler çekiyor beni.
Zaten yaşadığımız bu şehirde kahveden, parktan, bir iki taştan, meydandan başka insanın dinlenebileceği bir yer yok.
Sosyal hayattan söz etmek abest olur.
Siyasi iktidar sosyal hayatı yok etti.
Kahvede cama yakın bir yere oturdum.
Camdan etrafı izlemek güzel oluyor.
İnsanların sesleri kimi zaman huzur veriyor, kimi zaman da rahatsız ediyor.
Çok geçmeden orta yaşlı, köylü kılıklı, uzun boylu, kamburlaşmış bir adam geldi ve yanıma oturdu.
Hoşbeşden sonra hükümetin politikalarını eleştirmeye başladı.
Hep eleştirip pratikte hiç bir şey yapmayanlardan!
Türkiye’de halkın duyarsız olduğunu sendikaların ve siyasi partilerin bir işe yaramadığını söyleyen devamlı şikayet eden, devletin göletine su taşıyan 10 binlerce insan var.
Az sonra kişiliği ortaya çıktı.
Oturduğumuz masanın önünden geçen bir adamı bana göstererek “böyle adamları falakadan geçireceksin”dedi.
“Niye, kim bu adam ne yaptı” dedim.
“Kamuya ait biryeri çevirmiş, bu adam da gitmiş bunu şikayet etmiş devlete.
Adama siz ikinizde haksızsınız en çok da sen dedim.
Nasıl kızdı köpürdü anlatamam.
Bu defa döndü bana “ben de seni bir adam sanmıştım boşuna sakal bırakmışsın, cahilin tekiymişsin”dedi.
Bizim insanlarımızın çoğu böyledir.
İşte onu, bunu herkesi eleştirirler....
Biri kendilerini eleştirdi mi, hakaret ederler.
Toplum olarak eleştiriye gelemeyiz.
Çünkü demokrasi kültürümüz yok, hoşgörülü değiliz.
Toplum olarak iki büyük kusurumuz var.
(Böyle davranmayanları tenzih ederim)
Çok hata yapıyoruz, komşularımızın da dedikodusunu ediyoruz.
Bizim gibi düşünmeyenlere hakaretler ediyoruz.
Ama birileri bizi eleştirdiği zaman kabul etmiyoruz.
Kendimizi başkalarının yerine koymuyoruz, sorgulamıyoruz.
Tek doğru kendi söylediklerimizi kabul ediyoruz.
İkinci hatamız, adaletsizliğe, haksızlığa karşı çıkmıyoruz.
Bunu başkalarından bekliyoruz, onlar çıkınca da karşı çıkanlardan yana olmuyoruz.
12 Eylül öncesi bu yüzden halktan yana çıkan 5000’e yakın insanı yitirdik.
O insanlar bugün, bu toplumun hiç umrunda değil.
Son günlerde herkesin bildiği malum sebeplerden dolayı, toplum olarak büyük tramva, cinnet geçiriyoruz.
Öfke, şiddet, önyargı içten içe toplumu çürütmekte.
Nüfusumuzun 4/1 kanserle, veremle boğuşmakta. Hergün onlarca insan açlıktan, bakımsızlıktan ölüyor.
Alkol ve çeşitli uyuşturucu kullananların sayısı giderek artıyor.
Bütün bu trajediye karşı devleti idare edenlerinde içinde olduğu bir kesim gününü gün ediyor.
Ülkenin milli gelirini kasalarına indiriyorlar.
Buna karşı çıkanlarda sokaklarda coplanıyor, üzerine tazyikli su sıkılıyor.
Kendimce bir araştırma yaptım, insanlarımızın çoğunun, hayat ile ilgili, birlikte yaşama hakkında haklar, hürriyetler konusunda müzik, sanat, bilim, cinsellik konusunda yeterli bilgileri yok.
Herkes ismini söyleyerek, Ben Ali Bey, ben Naci Bey, Ben Ayşe Hanım, Ben Fatma Hanım...
Ben nasıl bir insanım demesi lazım.
Hepimizin gündelik davranışlarımızı ölçüp biçip sorgulamamız gerekir.
Hiç rol yapmayacağız, maske takmayacağız, devlete, iktidara yaranacağız diye uğraşmayacağız.
Neysek o olacağız!
Mevlana’nın dediği gibi “Ya göründüğümüz gibi olacağız, ya da olduğumuz gibi görüneceğiz”
En büyük mücadelemiz demokrasi, haklar ve hürriyetler olsun.
Herkes herkesi olduğu gibi kabul etsin bütün bu güzelliklere engel olanlar artık yeter şöyle bir kenara çekilsinler.
Bu da büyük bir özveridir.
Artık ülkemiz de adaleti isteyenler halkın gelişmesi, değişmesini isteyenler bu uğurda canla başla mücadele verenlere kulak verilsin.
Halk onlarla aydınlığa doğru yürüsün.
Çekilsinler, halk ile aydınların arasından...