Dışarıda çiseleyen ince bir yağmur, dışarıda sırtıma çarpan serin bir rüzgâr. 9.15 trenini bekliyorum. Mevsim sanki sonbahar... Gebze tren istasyonu yolcu ediyor beni yüzünü dökerek ve kara bulutlar üzerimize çökerek, yerleşiyorum dördüncü vagon cam kenarı koltuğuma…
Taşlı rayları üzerinde yol alırken tren, yeryüzü geçiyor gözlerimizin üzerinden. Sapanca’da güzel bir göl, Sakarya da güzel bir şehir, sislerin arasında belli belirsiz köyleriyle Bilecik güzeldir. Pamukova, Bozüyük, güzeldir.
Sırtında çantalarıyla Eskişehir istasyonunda iniyor öğrenciler. Hiçbir nizama uymayan saçları, inecek olmanın mutlu bakışlarıyla. Memleketten getirdikleri tarhana kokusuyla, sigara dumanıyla elbiselerine işleyen... Bırakıyoruz onları geride, ilerliyor tren.
Ankara’ya devam ediyoruz. Yüzümüzü bozkıra veriyoruz. Seyrimiz yeşilden sarıya dönüyor burada. Yüksek binalar bir katlı evlere. Ağaçsız dağlar, toprağında bağlar ve tarlalarda çalışan insanları geçiyoruz. Yeryüzünü yırtarak. Ve Polatlı. Sonra Ankara, son durak...
Ankara garından çıkar çıkmaz güzel insanlar gülüyor yüzüme. ‘’Hoş geldin’’ diyorlar vahşice öldürüldüğümüz bu yere. Tarih 10 Ekim 2015, patladı yeryüzü saçıldı ateş. Yarıldı gökyüzü bir uçtan bir uca. ‘’Hoş geldin’’ diyorlar son kez nefes aldığımız, bir cigara sardığımız, mutlu gözlerle, heyecanlı sözlerle hayata selam çaktığımız meydana. Devam ediyoruz Ankara gar’ından Ankara otogarına.
Ankara otogarında kavuşanların neşesi, ayrılanların hüznü. Ankara garında bilet kesmek için yol kesenler, Ankara garında koşuşturmaca. Ankara garında uğultulu bir ses, Ankara garında binlerce solunan nefes. Ankara garında bozkırın tezenesi Neşet Ertaş. Ankara garında gazeteciler ve pişmaniyeciler, Ankara garında çay kahve satıcıları. Ve Ankara garında saat dokuzda kalkıyor Artvin arabası.
Biniyoruz. Dağları tırmanarak, yokuş yukarı çıkarak geçiyoruz Kırıkkale, Çorum ve Merzifon’u. Samsunda daha bir derin çekiyoruz soluğumuzu. Ordu, Giresun da gözlerimizi dışarıya dikerek, sahil kenarı yollardan kıvrım kıvrım geçerek, yağmurun yağışına, sisin yolları sarışına hüzünlü türkülerle eşlik ederek varıyoruz Trabzon’a.
Ankara yolunda gördüğümüz tarım işçileri balık işçilerine dönüşüyor burada. Emekçiler toprağı değil denizi işliyor. Siliniyor güneşin sıcaklığı, yazın serinliği geceden. Yağmur. Yağmur. Yağmur. Ve taşlara çarpan dalgalar. Ve burada insanlar bostanlık korkularıyla değil deniz fenerleriyle arkadaşlar… Artvin tabelalarını gördükçe heyecanlanıyoruz. Kalbimiz kuş olup kanatlanacak sanki. Kelebekler uçuşmaya hazır. Pırpır. Ve binlerce karınca ordusu geçiyor sanki gönlümüzün üzerinde tüylü ayaklarıyla.
Varıyoruz aramızdan şarkılarla geçen Kazım Koyuncu’nun vatanına. Metin Lokumcu’nun okuluna. Sonbahar filminin Şehrine… Tulumun, yaylaların eşsiz güzelliğiyle doğanın en muhteşem yerine, Artvin’e. Arhavi ''hoş geldiniz'' diyor bize. Sarılıyoruz. Ve Hopa da kucaklaşıp iniyoruz. Ve rüya gibi bir yolculuğa asıl ondan sonra başlıyoruz.