Gözlerimizi şöyle bir yumalım ve geçmişe dönelim. Bizlerin içinde yaşadığı ve oluştuğu siyasal ortamı değerlendirmek ve anlamak için son elli yılda ortak yaşadıklarımızdan ve gördüklerimizden bahsedelim isterseniz. Son elli yılın herkes açısından ortak özelliği; siyasal iktidarlar kendileri gibi düşünmeyen herkesi cezalandırmışlardır. Halbuki insan, insan olduğu için düşünür, düşündüğünü açıkladığı için insana ceza vermek, ona insan olduğu için ceza vermekle eş anlamlıdır. Türkiye’de sanatçıların, yazarların, ressamların, heykeltıraşların, baletlerin, müzik insanlarının farklı düşündükleri için öldürülmeleri, kelepçe takılmaları, hapsedilmeleri, eserlerinin yakılmalarının ve kırılmalarının hepsine şu kısacık ahir hayatımızda maşallah gördük.
Sanatı, onu yaratan sanatçıdan ayıramazsınız. Sanata baskı, sanatçıya yapılan baskı demektir. Ne var ki, bir sanatçının sanatı yaymasını engellemek amacıyla yapılan fakat ilk bakışta sanatı ile ilgisiz görülen baskılar, sanata yapılan baskıdır. Bu dönem tiyatro sanatçılarından, şairlere kadar, sanata ve sanatçıya yapılan baskılardan oluşan bir dönemdir. En son artık yuh dedirten bir olay yaşandı, hepimiz duyduk, üzüldük, öfkelendik. Saçımızı, başımızı yolduk. Şair Şükrü ERBAŞ İzmir Eğitim-Sen Şubesinin davetlisi olarak gittiği İzmir İlinin Ödemiş İlçesinde, polisin ve mülki idarenin baskısıyla, ilk önce düğün salonunda, sonrasında bir otelin salonunda söyleşi yapması engellenir. Söyleşi Eğitim-Sen Ödemiş temsilciliğinde gerçekleştirilir. Söyleşi sonrası, yemek için bir yere oturulur. Üç tane sivil polis gelir, şair Şükrü ERBAŞ’ın eğer ayağa kalkarak şiir okuması halinde, göz altına alınacağını söyler. Bu somut olay ki, son yıllarda pek çok böyle uçta örnek verilebilir. Bu olayın kendisi, sanatın ve sanatçıların özgür olup olmadıklarına dair açık bir fikir verir.
Bir siyasal iktidarın kendisi gibi düşünmeyenleri cezalandırdığı yerde, düşünce özgürlüğünden söz edilemez. Düşünce özgürlüğüne konulacak en küçük sınırlama, bu özgürlüğü tümü ile ortadan kaldırmış olur.
Sanata ve sanatçıya baskılar o kadar yoğun ki eğitim alanında sanat ve düşün derslerinin ders saatleri düşürüldü, resim odaları ve müzik odaları yok edildi. Artık resim, müzik öğretmeni gibi gereksiz görülen öğretmenlik alanında alım yapılmıyor. Devlet tiyatroları taşeron tiyatro sanatçısı çalıştırmaktan bahsediyor ve çalıştırıyor. Şehir tiyatrolarına ödenek ayrılmıyor, oyun seçimleri didik didik ediliyor. Muhalif sanatçılar atılıyor. Kültür bakanlığının özel tiyatrolara destekleri ise tamamen kaldırılmış durumda. Opera, bale, senfoni orkestralarını ise konuşmaya gerek yok. Resim ve heykel sergileme salonları Türkiye’de resmen tarihe karışıyor. Bunların hepsi sanata ve sanatçıya baskı değil mi?
Düşünce kültürünü kurutan ya da hiç yeşertmeyen baskı havası süre giderken, sanatçılar ve sanatın bütün dalları en zor şartlarda nefes almaya devam ediyorlar. Tarihin karanlığından gelen birikimle şöyle diyorlar; Sanatı, sanatçıyı, düşünceyi yok edemezsiniz. Bunlar hepimize gerekli. Hatta bunları yapanlara dahi…