Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) basın özgürlüğünün önemini vurgulamak amacıyla 1989 yılından bu yana her yıl verdiği Basın Özgürlüğü Ödülleri, 24 Temmuz Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü’nde törenle sahiplerine teslim edildi.
Dikkat ettiyseniz;
‘Basın Özgürlüğü Günü’ yerine ‘Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü’ dedim. Çünkü, uzunca bir süredir, 24 Temmuz’u bu isim altında karşılıyor, gazetecilerin yaşadığı sorunları ve gerçek basın özgürlüğünün önündeki tüm engelleri ülke gündemine bu şeklide sokarak tartışılmasını sağlıyoruz.
Özünde,basında sansürün ilk kez kaldırılışının 106. yıldönümü olan güne ait bu yılki tören, Taksim The Marmara Oteli’nde gerçekleştirildi.
Törende konuşan TGC Başkanı Turgay Olcayto, yukarı paragraftaki düşünceme denk düşen bir konuşma yaptı. Olcayto, “İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte görevli sansür memurlarını matbaalarına, gazetelerine ve yayınevlerine sokmayarak ertesi gün sansürsüz bir Türkiye’ye ‘merhaba’ diyen ustalarımızın önünde saygı ile eğiliyoruz. Dönemin gazetecilerinin direnişlerini, dayanışmalarını hayranlıkla yâd ediyoruz. Gerçekleştirdikleri meslek bütünleşmesinin, bölünmüş kamplara ayrılmış günümüz gazeteciliği için de örnek olmasını diliyoruz’’ dedi.
Evet, sevgili başkanın da dediği gibi, gazetecilik zor bir dönemden geçiyor…
Bir yanda bölgesel çatışmaları izlerken yaşamını kaybeden muhabirler, foto muhabirleri ve kameramanlar, diğer bir yanda ise sosyal medya karşısında giderek tiraj ve itibar kaybeden gazetelerin küçülme gerekçesiyle işsiz bıraktığı gazeteciler duruyor.
Hal böyle iken, Ortadoğu’da çatışmalarda ve bölgesel savaşlarda ölen ya da yaralanan gazetecilerin oluşturduğu haberler de, ‘siyasi dengeler gözetildiği’ için ne gazetelerde, ne de ekranlarda yer alamıyor.
Yani, gazetecilerin kendisi savaşları izlerken, derlediği haberleri ise denge politikalarına kurban ediliyor. Bu yüzden, ‘’sistemin bu onurlu mesleği güç duruma düşürüşünü buruklukla izliyoruz.
Türkiye’de ise, gazetecilik yapmak her geçen gün zorlanıyor. Başkan Olcayto da, bu durumu ‘’Gazetecilerin genel sorunlarına, her gün iktidardan kaynaklanan yeni sorunlar ekleniyor” cümlesiyle özetliyor.
Sansür, oto sansür, düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki engeller aradan geçen bir yılda daha da artmış durumda. İşsiz gazeteciler, karartılan haberler, yasaklama kararlarıyla halkın gerçekleri öğrenme ve doğru haber alma hakkının örselenmesi, iktidarın gazete sahiplerine tehditleri ısrarla sürdürülmektedir.
Bunun yanında, Başbakan ya da bakanların toplantılarına muhalif gazetelerin ya da sol tandanslı gazetelerin katılmaları engelleniyor. Yani, bilinen adıyla ‘Akreditasyon artık resmileşmiş’ halde.
Sadece bu gerekçelere bakıldığında bile 24 Temmuz’un neden Basın Bayramı olarak değil de mücadele günü olarak anılmaya başlandığı net olarak görülür. Diğer bir bakış da, mücadele günü başlığının uzunca bir süre daha kaldırılamayacağı yönündeki kuşkuları içeriyor.
Basın Bayramı, özgürlüklerin eksiksiz olarak yasal güvence altına alınması halinde mümkün olacaktır.
Gerisi, yalandır, hem de kocaman bir yalan…
(Sürecek)