Muhasebe bürosunda çalışırken anne babasının 80’lere dair anlattığı kuyrukların farklısını yaşamış. Gençken fabrikada işçilik yapmış. Mesai arkadaşları sendikaya yanaşmayınca o sendikada çalışmaya başlamış
Bazı anlatılar, röportajlar vardır. Masal gibidir. “Bir varmış, bir yokmuş…” diye başlar akar gider.
Petrol-İş Sendikası Gebze Şubesi’nde 15’nci yılını doldurmak üzere olan Yeliz İştar da annesinin ve merhum babasının 1980’li yıllara dair anlattığı tüp, yağ kuyruklarının masalları, daha doğrusu yaşanmış hikâyeleri ile büyümüş. Ancak o kuyrukların bir farklı türüne çalışma hayatının başlarında, bir muhasebe bürosunda çalışırken tanık olmuş: “Hem devlete para öde, hem kuyrukta bekle. Her ne kadar o para benim olmasa da paranla rezil olmak demek, bu olsa gerek!”
LİSE BİRDE EĞİTİME BEŞ YIL ARA
Bayer işçisi, merhum Selim İştar’ın kızı Yeliz İştar hayatının ilk altı yılını memleketinde, köyünde geçirdikten sonra okul çağına doğru Gebze’ye, Mustafapaşa Mahallesi’ndeki ailesinin yanına geldi. Atatürk İlköğretim Okulu’nda birinci sınıfı, akciğerlerinin su toplamasından ötürü iki defa okudu. İkinci sınıftan itibaren Eşrefbey İlköğretim Okulu’nda devam etti ve 1998’de mezun oldu. Gebze Lisesi’ne başladı ama hap kullanımı ve sürekli kavga dövüş gibi gerekçelerle birinci sınıftan itibaren, beş yıl boyunca eğitimine ara verdi.
EFSANEVİ DONAT GİYİM’DE ÇALIŞTI
Bu esnada çalışma hayatına atıldı. Gebze Yeniçarşı’da, Gebze’de iki üç giyim mağazasının olduğu yılların efsanevi mağazalarından Donat Giyim’de ve züccaciye dükkanında çalıştı. Ardından anne babasının masal anlatır gibi anlattığı kuyrukların farklı biçimiyle tanıştığı muhasebe bürosu yılları ve ASC Kimya ile ilk işçilik denemesi:
TAM BİR SÖMÜRÜ YERİ
“Bir tanıdık vasıtası ile fabrikaya girdim, 19 yaşındaydım. Sabun üreten bir fabrikada ilk önce üç vardiya çalışmaya başladık. 07.00 – 15.00, 15.00 – 23.00 ve 23.00 – 07.00 olmak üzere üç vardiya çalışırdık. Hiçbir vardiyayı sevmedim çünkü fabrikayı sevmedim. Çok düzensiz çalışma koşulları ve maaş ödeme sistemi vardı. Asgari ücretle çalışıyorduk, tam bir sömürü yeriydi. Daha sonra 7’den 7’ye 12 saat olmak üzere iki vardiyaya döndük ve o zaman dahi, çalışma saatlerimiz uzamasına karşın mesai kavramı yoktu.
SESİNİ ÇIKARTMAZSAN
HER İŞİ YAPTIRIRLARDI
Üretimde çalışmamıza rağmen idare binasına, müdürün odasına temizliğe çağırıyorlardı işçileri. Karşı geliyor ve gitmiyordum. Sesini çıkartmazsan her işi yaptırıyorlar, sesini çıkartırsan bir şey demiyorlardı. Çoğunluğu kadın olan işyerinde çoğunluk işten çıkarılma korkusuyla müdüre veya amire karşı gelmezdi. Fabrika çok pisti. Erkekler fazla iş yapmıyordu. Şeflik konumları yoktu ama kadın çalışanlara nazaran çok rahattılar. Kadılara yüklemeden makine temizliğine, her işi yaptırıyorlardı. 70 santigrat derecede eritme makinesi yanında çalıştırıyorlardı.
İŞSİZLİK KAYGISI İLE
SENDİKAYA YANAŞMADILAR
2003 yılının eylül ayında girdiğim iş yerinden 2004 yaz aylarında kendiliğimden ayrıldım. Çalışma saatlerine, koşulların ağırlığına ve orada yapılan haksızlıklara dayanamadım. ‘Sendikaya üye olalım’ diyordum herkese. ‘İşimizden oluruz sendika ne’ falan diyorlardı. İşverenden korkup yanaşmadılar. Benim de sendikal örgütlenemeye dair uzmanlık veya deneyimim yok. İlk başta iki aylık maaşımı içeride bırakıp ayrıldım ama sonra dayatarak aldım.
ŞENSOY VE KÖSE VESİLE OLDU
Tuzla Deri Sanayi’de, Petrol-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu (Kartal) Şubesi’nin örgütlü olduğu bir işyerinde çalışmaya başladım. Bu esnada Petrol-İş Gebze Şube’de dönemin başkanı, anne tarafından akrabamız Mehmet Şensoy’un ve babamın arkadaşı, şube çalışanı Alaattin Köse’nin vesilesiyle şubede iki defa geçici olarak çalıştım. Şubenin giderek büyüyüp gelişmesiyle birlikte kadrolu elemana ihtiyaç oldu. Teklif geldiğinde hiç tereddütsüz kabul ettim. Böylelikle, KSC’de çalışırken sendikayı getiremedim ama baktım sendika çalıştığım yere gelmiyor, ben sendikaya gelmiş oldum.”
20’SİNDE MUHTASAR, 25’İNDE KDV: Yeliz İştar, “İlk iki işyerimde satış ve pazarlamaya dair deneyim edindim. Fişleri ellerle yazardık. Muhasebe bürosunda çalışırken 20’sinde muhtasar, 25’inde KDV, ay sonu SGK primi ödemesi derken ayda üç defa uzun kuyruklarda beklemelerim başladı. Annem babam tüp yağ kuyruklarını anlatırdı şaşkınlıkla dinlerdim. Kuyrukta beklemenin ne eziyet olduğunu muhasebede öğrendim. Devir değişmiş ama memlekette kuyrukta bekleme geleneği nesilden nesile sürüyordu” dedi.
Baktım Gebze’ye CHP gelmiyor
Biz CHP’nin olduğu yere gittik
1983 yılında Ordu’da dünyaya gelen Yeliz İştar üç kız çocuğuna sahip Fatih – merhum Selim İştar çiftinin en büyük kızları. Annesi onu eylül ayında, fındık döneminde doğurmuş. Annesi hep sağ partilere, 2002’den sonra AKP’ye oy vermiş. Son yerel seçimlerde ise kendisinin de zorlamasıyla CHP’ye oy verdiğini kaydeden Yeliz İştar, “Bin 600 lira emekli maaşı alan annem AKP’ye hayli kızgındı. Onun da etkisiyle oyunun rengini değiştirdim” dedi.
HER İKİ İLÇEYİ DE SEVİYORUM
Hayatının çok uzun yıllarını Gebze’de geçiren Yeliz İştar annesi ve kız kardeşi ile birlikte önce Tuzla’ya, ardından Maltepe İlçesi’ne göç etti. Bir müddet Kartal’dan da ev bakmışlar. Tam da Kartal ile Maltepe sınırının yakınlarında, Maltepe’de yerleşmişler. Her iki ilçeyi de sevdiğini kaydeden İştar, “Kartal’da ayrı Maltepe’de ayrı keyif alıyorum.
BELİRLEYİCİ ETKEN
Gebze’ye geldiğimde yerel yönetimde SHP (1989-1994) vardı. Sonra bir ‘gitti’, gidiş o gidiş. Baktık CHP, Gebze’ye yine gelmiyor. Biz CHP’nin olduğu yere gitmiş olduk. Doğru mu, değil. Mücadele edip getirtmek lazım belki ama Gebze’den İstanbul’a yerleşmeye karar aldığımızda yerel yönetimde kimin yer aldığı belirleyici etken oldu.”
Kartal Belediye Başkanlığı’na 32 yaşında iken seçilen Gökhan Yüksel’e çok güvendiğini ve çalışmalarını yakından takip ettiğini kaydeden Yeliz İştar, “Aktif siyasette ve CHP’de gençlerin önünün açılması önemli” dedi.
Maaşı yüksek diye doktor
kızınca hemşire olurdum!
Ailesi 1982’de Gebze’ye gelen Yeliz İştar, altı yaşına kadar Ordu’da yaşadı. Küçük kız kardeşi de 20 Ekim 1984’te, yine fındık dönemlerinde Ordu’da dünyaya gelmiş: “Kız kardeşim doğduktan sonra merhum ananem Ayşe Şahin, annemin iki çocuğa birden bakamayacağı gerekçesiyle beni Ordu’da bıraktırdı.
UZUN SÜRE TEK TORUNDUM
6 yaşına kadar, Ulubey İlçesi’nin Güzelyurt Köyü’nde çok güzel bir çocukluk geçirdim. Annem, babamla kaçarak evlendi. Anne tarafından 8 yeğenin en büyüğüm. Diğer kardeşlerim iki ve üçüncü (1989) torun oldular. Uzun süre tek torundum ve o zamanlar ilgi daha fazlaydı.”
KIZDIĞIM BİRİ VARSA
İĞNE YAPMAK İÇİN…
Yeliz İştar’ın köydeki çocukluk yıllarına dair anıları ise şöyle: Köyümüzün meydanında sağlık ocağı var. Oradan esinlenerek doktorculuk oynardık. Ben oyun esnasında hep doktor olmayı seçerdim doktor maaşı daha yüksek olduğu için. Grupta kızdığım arkadaşlar varsa da iğne yapmak için hemşire olmayı tercih ederdim.
HAMURİŞİNİ VERMEYİNCE
BURNUM KIRILDI
Ananem hamur işi yapıp, ‘Kendin ye’ diye bana verirdi ama ben hep dağıtırdım. Gider ağlardım, ananem yine verirdi. Bir gün akrabamız ve çocukluk arkadaşım Savaş isteyince vermeyeceğim tuttu. Sağlık ocağının duvarından attı beni aşağı, burnum kırıldı. Sağlık ocağında tedavi gördüm ama estetik açıdan hala kendini belli eder.
DEDESİ EVDE YOKKEN
ATI KAÇIRIP GEZERDİK
Annemin amcasının torunuyla beraber, dedesinin atını kaçırıp köy meydanında gezerdik. Meydanda gezmemizde sakınca yoktu çünkü atı, dedesi evde olmadığı zamanlar kaçırırdık. İki kişi binerdik ata, ablası yardımcı olurdu ata binerken.”
Hiç tutumlu olmadım.
Pişman da değilim
“İlk üç işyerimde çocuk yaşlarda, sigortasız olarak çalıştım. Düşük maaş ve yemek karşılığı. O zamanlar kendi harçlığımı edinmek için çalışırdım. Para kazanmanın zorluğunu gördüm ama hiç tutumlu olmadım. Ailece pikniğe giderdik, ben bütün ıvır zıvırları harçlığımla alırdım. Annem kızardı, ben alırdım. Kaldı ki o dönemler Gebze’de para harcayacak yerler, mekanlar da yoktu.”
Çarşı esnafı hep
daha sıcak samimi
“Kara gün parası diye bir alışkanlığım yok. Altın günlerine giderim, katılırım çünkü toplu para yemek daha keyifli. AVM’lere herhangi bir üründe marka arıyorsam, alışveriş yapmak için gidiyorum ama çarşı ve çarşı esnafı her zaman daha sıcak gelmiştir bana. Sinemada film izlemek hoşuma gidiyor çünkü televizyona düşecek olsa dahi, televizyon sinemadaki his ve keyfi vermiyor. TV’den izleyince hiçbir şey anlamıyorum. Alışveriş çılgını değilim ama küçük yaşlardan itibaren kazandığım parayı keyif aldığım ıvıra zıvıra harcadım. Ailemin telkinlerine rağmen para biriktirmedim. Anı yaşamayı seviyorum ve halen öyleyim, hiçte pişman değilim.”
İstanbul hem çok
yakın hem çok uzak
“İstanbul mesafe olarak yakın ama sosyal kültürel olarak çok uzaktı ve halen de öyle. 18’li yaşlarımda ailecek akraba gezmesine gittiğimiz Esenler, Güngören İlçeleri’nden tanımaya başladım İstanbul’u. Eminönü’ne gezmeye giderdik ve balık ekmek yemeği severdim. Galata köprüsü’nün eski yapısı, çok daha sempatikti. Beykoz’u deniz ve doğa yönünden severim.”