Selam ederim mabedimin en ücra köşesinden ve nispeten birazda peyderpey ümitlerinden.
Kafamı göğe kaldırdığım da uçuşan umut kuşları var burada. Yaşanmışlıklarla da dolu bir kaç kırık ev var evvela. Rüzgârın esintisiyle kımıldayan kardelenler ve daha neler neler. Sanki yüreğim sıkışıp kaldı dikenlerin içinde öyle yalın ayak yekpare dar yollarda bu geçitler. Yerle yeksan edilen her ne varsa kanatlarında, yerden yukarı kanat açtıkça onarılan ve onarıldıkça arınan düş sokakları var vuslat diyarı aynalı limanlarla.
Nispeten yosun tutmuş hasbihaller var bilmem tuzu yakar mı birgün çözünüverirmi sıcacık insanlık kokulu taşralarda. Konuşmaya anlatmaya ürkek, anlaşılmaya yabancı kalmış is dumanları, sarmış insanlık tohumunun can damarlarını. İki bardak çayın sek içilen zifri demi, yakın ahbabı olmuş gecelerdeki mavinin sine-i hanesinde cihanı bezirgânda. Ne zaman geldi bu hâle bir merhabanın sebaatına eremeyen bu kuru insan yığını. Samimiyet arzı talep, lakin menfaatin kol denilen bir çark oturmuş hanelere ki sormayın..
Dönüpte bakmaz olur kimse, rahatın konforu bal gelmiştir bir kere satın almıştır hasbihaldeki tadı..
Oysa mavilikler hak getirsin şu demi geceler de sislerin. Bir meltem ve bir lodos ile yumuşatır gerdanı mercan mis kokulu akşamlarında fazılın bentlerini. Suda yakar bilirim, soğuğunda sıcaktan beter sınandığı gibi.. İnsan dediğin ömrü çorak düşü nadas olmadıkça eseri yüzü sonsuzluk olur onur ile emeğin...