Ağustos bunaltıcı sıcaklarını Eylül’ün gözyaşlarıyla yakarken tatilin yalancı sonunu hazırlar. Elinde hüzün çiçekleri, yüreğinde sararmış bir aşkla Eylül, doğanın sarı renkli bacısını bekler…
Beklenen sevgili önce serinlik, mutluluk getirir. Seveni kandırır. Kocaman dudaklarıyla öperken, kulağına yavaşça fısıldar.
-ADIM SONBAHAR
Bahara inat yaşarım. Senin çok sevdiğin Doğa’nın ölüm haberini getirdim. Her sabah masana koyduğun koyduğun güllerin vazosuna sararmış hüzünlerimi bırakırım. Şimdi sıkı dur; siyatik ağrılarını, dayanılmaz yürek acılarını, tekrar sana getirdim. Bir de şizofrenik kaygılarını…
Aslında beni çok seversin.
-Neden mi ?
-Benimle yaşamak sana hüzün verir. Hüzün sana yakışır be adamım. Şiirlerini özledim.
Bu sefer söğüt ağaçlarının ıslıklarını dudaklarına koyarak gideceğim…
Senin adın sonbahar
Benim adım bahar
Senin öldürdüklerini, yok ettiklerini, yıktıklarını yaşatmak benim namus borcum.
Her şeye rağmen senim severim. Çünkü; direnmeyi, yaşamayı öğrettin bana. Senin üşüttüklerini ısıtırım, umutsuzlarına umut dağıtırım, senin üstüne binlerce çiçek ve yeşilliklerle yürürüm. Utancından sararırsın; yoksa ölümün bir başka adı olduğun için değil…
Sen yağmurunla ıslattığın okul bahçesindeki taşın üzerine oturan çocuğun ve annesinin elindeki yoksulluk belgesini görünce ağladın mı? Elektrik faturasını ödemeyip parasıyla bir öğrenciye kitap aldın mı?
Bu nedenle karına yalan söyledin mi?
Senin adın sonbahar
Bizim adımız bahar
Şimdi sıkı dur. Bugünler de benim gibi karısına yalan söyleyecek binlerce bahar var. Senin yüreğine korkular saldık. Biz seninle yaşarız. Ama sen bizimle yaşayamazsın…
Ey baharlar haydi karımıza yalan söyleyelim…