Bugün 12 Eylül 1980 askeri darbesinin 35. yıl dönümü.
Aradan geçen onca zaman içerisinde ne değişti.
Darbeciler ne söylemişti hafızamı yeniden yokladım.
Hiç unutmuyorum, evimizde siyah beyaz bir televizyonumuz vardı.
Sabah televizyonu açtığımda 5 generalin açıklamaları yapılıyordu.
Yönetime el konulduğunu parlementonun fes edildiğini, ikinci bir emre kadar siyasetin yasaklandığını ilan etmişdiler...!
Hedefte solcular ve ülkücüler vardı.
Operasyonlar başlamıştı.
Siyasette aktif olan herkes kara mizah gibi gözetim altına alınmayı bekliyordu.
Binlerce aydın tedirgin bir şekilde sıra bana ne zaman gelecek düşüncesindeydi.
12 Eylül askeri darbesi toplumu “zararlı düşüncelerden arındırmak için”önce kitap toplamakla işe başladı.
Sonra bu toplanan kitaplar SEKA’da kağıt haline dönüştü.
Bazı insanlar kocaman kütüphanelerini evindeki sobalarda imha etti.
Evinde soba olmayanlar akşam karanlığında parça parça kitaplarını çöp kutularının olduğu bölgelere bıraktı.
Daha sonra kontrolü ele geçirmek için solcuların ve ülkücülerin tüm faaliyetleri yasaklandı.
Hatta denge kurulsun diye “bir soldan bir sağdan” idamlar başladı...!
Aradan geçen 35 yıl neyi değiştirdi diye bana sorsanız düşünen ve sorgulayan bir toplumdan “bana ne beni ilgilendirmez” diyen bir topluma evrildik.
Örgütlü toplumdan örgütsüz bir topluma dönüştürüldük.
Ancak değişmeyen o kadar çok şey olduki hangisi diğerinden farklı olduğunu ayırt etmekte zorlandık.
Bugün 12 Eylül yasalarının pek çoğu yürürlükte hatta 12 Eylül’ün inşa ettiği kurumlar dimdik ayakta.
O zaman da zararlı fikirlerle mücadele vardı, bugün de...!
Sıkıyönetim komutanları 12 Eylül’de askerdi bugün ise aynı yetkilerin daha fazlası valiler ve bakanlar tarafından kullanılıyor.
Ülkemizin güneydoğusunda yaşananlar tam bir kara mizah.
Cizre’de 8 gündür sokağa çıkma yasağı var.
Askeri darbe döneminde bile 8 günlük sokağa çıkma yasağı olmamıştı.
Bir şehir açık hapishane haline getirildi.
İnsanlar ölüleri kokmasın diye buzdolabında muhafaza ediyor.
Hasta, yaşlı, yaralı her kim varsa kendi kaderine terk edilmiş durumda.
Televizyonda izlediğim kareler Filistin’de, Beyrut’da yaşananlardan farklı değildi.
Hiç unutmuyorum 12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası Diyarbakır askeri cezaevinde siyasi tutuklulara yapılan işkence sonucu bir çok insan kendini yakarak öldürdü.
Halen daha geçmişten ders çıkartmayan bir ülke durumundayız.
Seçim hükümetinin AB Bakanı Ali Haydar Konca Cizre’ye sokulmadı.
Bir Bakan çok sayıda milletvekili, insan hakları aktivistleri Güneydoğu’nun bir bölümüne girmesi yasak.
35 yıl öncesiyle bugünü kıyasladığımızda aradaki fark nedir diye sorsalar bugün daha ağır bir dönemden geçiyoruz.
Bu derin kuyudan çıkmanın tek yolu daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi, barış ve kardeşlikle mümkündür.
Biliyorum şimdilik bu dilek ve temennilerimin hiç birinin karşılığı yok.
Öyle görünüyor ki, barış da kardeşlik de başka bahara...