Uzun süredir dizi izlemiyorum. Ara sıra kurgusu farklı ve şaşırtıcı olduğu için Poyraz karayel’e baktığım oluyor.
Sizlerin de dikkatini çekmiştir. Türk dizileri epey zamandır, holding sahibi zengin, yakışıklı oğlanlar ile güzel ve yetenekli fakir kızların aşkını konu ediniyor. İşin ilginç tarafı tüm dizilerde senaryolar neredeyse aynı olmasına rağmen hepside rağbet görüyor.
Senaristlere “sayın senaristler, ülkede başka bir konu, sorun yok mu? Ülkedeki zengin yakışıklı oğlanlar, fakir güzel kızlar dışında, dikkate değer bulduğunuz başkaca kimseler yok mu? diye sorasım var.
Ben çok sıkıldım zengin oğlan fakir kız aşklarından.
Hoş, halkımız talep buyuruyor ki, senaristler de bu konuları arz-ı endam ediyorlar.
Hem Türkiye’nin 78 milyonluk nüfusu(Suriye, Irak ,Afrika kökenli mültecilerle bu sayı kaça çıkar bilmem) içinde kaç kişi holding sahibi acaba? Bu holding sahiplerinden kaş kişi genç ve karizmatik? Kaç kişi, fakir güzel bir kızla evlenebilir? El –cevap : Dana gözü, yani sıfır.
Hani bir iki tane dizi olsa da, Sinderalla masalına nazire yapmışlar deyip, keyifle izlesek. Bütün dizilerde zengin oğlanlar, adamlar; fakir kızlar,kadınlar olmaz ki, bu kadarı da yapılmaz ki!
Bir de sanki bu zenginlerin aşktan başka sorunları yokmuş gibi… Mesela, Türkiye’de siyasetin kuyruğuna takılmadan zengin olmak mümkün mü? O holdingleri ayakta tutabilmek için, hele de her yıl kar miktarlarını artırabilmek için günlerce, geceler boyu ne tür taktikler üzerinde çalışıyorlardır kim bilir? Ne tür ayak oyunları yapıyorlar veya bu oyunlara maruz kalıyorlardır da biz bilmiyoruz. Çalışanlarıyla hangi sorunları yaşıyorlardır, o güne kadar kaç çalışanın canına okumuşlardır, kaç ailenin canını yakmışlardır kim bilir? İçlerinde ne tür vicdan azapları vardır da, “ne yapalım iş hayatının kuralı bu” diyerek vicdan temizliğine girişiyorlardır.
Bunlar tahmin edilmesi zor şeyler değil. Hukukun ve adaletin işlemediği yerde, hiç kimse ‘ ciğerci kedisi’ olmadan zenginleşemez.
Bir zamanlar İshak Alaton’un anılarını okumuştum. Şöyle diyordu: “Her şirket bünyesinde mutlaka kötü bürokratlar bulundurur.”
Yani demek istiyor ki, şirketlerde canlar yakılır, bunları yapacak maşa adamlara ihtiyaç vardır. Yani, kuzuları yemek için kurtlar devreye sokulur.
Dizilerimizdeki holding sahibi genç kahramanlarımız hiç bu sorunlarla karşımıza çıkarılmıyor. Varsa yoksa aşk,lüks arabalar,mükellef sofralar, süper mekanlar,şık kıyafetlerle dolu gardroplar, sınırsız harcamalar….Genç kızların içini cız ettiren kalender,cömert karakterler…
Seyirciler “ eh,bu kadarı da yeter,bizi enayi mi sanıyorsunuz” diye senaristlere sorsalar, senaristler de Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a verdiği cevabın aynısını verecektir.
Dizi kahramanı onurlu ama fakir kızlarımızı da unutmayalım. Eskiden Yeşilçam filmlerinin“fakir ama onurlu bir genç vardı” repliği ile dalga geçerlerdi. Seyrettiğimiz bu diziler, en hafif ifade ile, Yeşilçam filmlerinin elini öpmeli. Hiç değilse onlarda içimizi ısıtan sıcacık dostluklar, paylaşımlar, komşuluklar, mahalle arkadaşlıkları vardı.
Şimdiki diziler, zavallı gençlerin akıllarını çeliyor. Dizilerdeki aşk soslu şaşaalı hayatlar, sınırsız ve kaygısız tüketimler, seyreden gençlerin gerçek hayatla barışık olmasını engelliyor. Maaile, psikolojisi bozuk çekirdek kurumlar ortaya çıkıyor.
Geçenlerde nerede okudum hatırlamıyorum, diyor ki, “bu günün normal dedikleri gençleri eskiden olsa, deli diye tımarhaneye yatırırlardı.” Valla düşündüm de pek de haksız sayılmazlar.
Hakikaten çocuklara, gençlere ve her türlü fedakârlığı yapsa da, çocuklarını bir türlü tatmin edemeyen anne babalara çok üzülüyorum.