Bugün sizleri, kendinizle kaçamak yapmaya davet edeceğim.
Kendinizle sohbet etmeye, tartışmaya hatta gerekirse kendinizle
kavga etmeye...
Bir an önce, yaşamınızın elini sımsıkı tutun diye.
Hep, sorunlarımızdan yakınır dururuz.
Hangimizin yok ki?
Sabah kalkıyoruz, alelacele işe gidiyoruz, çalışıyoruz , akşam olunca da evimize dönüyoruz.
Belki bazen bir yerde arkadaşımızla bir yerde oturup kahve içiyoruz.
Hayatın zorluklarından, yorgunluklarından bahsederek.
Hayatımızın dedikodusunu yaparak.
Nasıl bir cinayet işlediğimizin farkında olmadan, yaşıyoruz.
Zamanımızı öldürürken.
Hayat böyle, yaşam gailesi , geçim derdi ne yapalım! dediğinizi duyar gibiyim.
Bunu kendinize yapmaya hakkınız yok!
Genellikle bir şeyleri kaybedince anlarız değerini, huyumuz kurusun...
Hep aynı monotonlukla geçiyor günlerimiz.
Hayatın bizi sürüklemesine izin vererek...
Annesinin elinden tutmayıp, bilerek yerlerde sürüyerek giden yaramaz çocuklar gibi.
Düz yolda yürümek varken, sağa sola çarpmayı tercih ederek ve bunu yaşamak addederek.
Böyle mi olması gerekiyor.
Yaşamlarımız böyle geçip giderken, hayallerimizin solduğunu farketmiyoruz.
Hep nasıl daha çok para kazanırız?
Nasıl ondan yükseğe çıkarız?
Nasıl daha güçlü oluruz diye uğraşıyoruz?
Şimdi, şu an sormanızı istiyorum kendinize;
Nasıl daha iyi bir insan olurum? diye kaç kere sorguladınız kendinizi?
Gün gün, kişiliğimize yabancılaşıyoruz.
Yabancılaşma çevremizdekilere yansıyor, onlar da yabancılaşıyor kendilerine.
Ve sonra bu yabancılaşan mutantlar, evreni yok ediyor.
Materyalist, hayallerini tüketmiş anne-babalarız çoğumuz.
Ama inadına, çocuklarımıza dair beklentilerimiz ve hayallerimiz var.
Şimdi ben soruyorum.
Hayallerini yitirmiş bizlerden, nasıl çocuklar yetişecek?
Geleceğimiz olan çocuklarımız...
5 yıl önce ben de öyleydim.
Sıradan bir yaşamım vardı.
Çocuklarım, eşim ve dümdüz bir yaşantım...
Sonra bir gün aniden hastalandım.
Doktorlar, ciddi bir hastalık adı söylediler bana.
Duvara toslamıştım sanki.
Durdum ve kendime sordum;
Sen kimsin? Neredesin? diye...
Anneydim, eştim, arkadaştım, dosttum ama bana dair bir şey yoktu.
Ve hızla sahip çıktım kendime.
Geçmişten bu yana, ertelediğim, ötelediğim ve yarım bıraktığım her şeyime sahip çıktım.
Yüreğimin emrine amadeyim o günden beri.
Ütopik dedikleri hayaller kuruyorum çoğu kez.
Çünkü imkansız kelimesini kabul etmiyorum.
Düşündüğümüz kadar, düşündüğümüz şekilde yaşadığımızı keşfettim.
Bu yüzden hastalığımı çok seviyorum ben.
Çünkü, beni kendimle karşılaştırdı.
Hayatımın bir tane olduğunu hatırlattı.
Şimdi sizlerden bir ricam var.
Dank! diye vurmadan bir yerlere, kendinize sahip çıkın.
Kendinize dair hayaller üretin.
Umut dolu bir dünya bırakalım çocuklarımıza...
Sevgiyle...