Sabahattin Ali’nin yurtsuzluğu “İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimler tarafından büyük tepki toplayınca başlar. Öğretmenlik yaptığı sırada Milli Eğitim Bakanlığı, yazarı görevinden alır. Gazetecilik yapmaya çalışır. Çalıştığı Tan gazetesi basılır, yakılır, yıkılır yine issiz kalır. Siyasal mizah dergileri çıkarır. Ancak, bu dergiler de tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşır ve mahpusun demir kapısı onun içinde açılır.
Sabahattin Ali baskılardan uzaklaşmak için yasal olmayan yollardan Bulgaristan’a kaçmak istese de hükümete ajanlık yapan Ali Ertekin tarafından öldürülür. Kendi yurdunda yurtsuz kalan ve kendini sürgüne yollayan Sabahattin Ali’nin başka ülkede yaşamak istediği yurtsuzluğa da izin verilmez.
Yurtdışına yaşamak zorunda kaldığı yıllarda “Biz hep gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Dağlarımız, ovalarımız, ırmaklarımız bizi bekliyor... Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlük savaşçısı olarak ölmeyi tercih ederim.'' diyen Yılmaz Güney yaptığı filmlerden dolayı bir özgürlük savaşçısı olarak öldüğü yurtsuzluğunu hangi yazılı yada görsel ifadeye sığdıra bilirdi insanoğlu.
Biz genç kuşaklar şimdi bir konserine gidebilmek için neleri göze almazdık. Gel gör ki ülkeyi yönetenler, farklılıkları zenginlik değil düşmanlık olarak görenler bizden binlerce sevinci çalmakla kalmadı, Ahmet Kaya’yı canlı canlı dinleye bilme mutluluğunu da elimizden aldı. ‘’Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim ve klip çekeceğim.’’ dediği için yurtsuz bırakılan ve sürgünde yurt özlemiyle hayata gözlerini yuman Ahmet Kaya’nın yurtsuzluğu hala acıtır içimizi.
Kendisini bir güvercinin tedirginliği içinde gören ‘’Ama biliyorum ki bu ülkede insanlar Güvercinlere dokunmaz.’’ diyerek kendini avutmaya çalışan Hrand Dink’in uzun yıllar süren yurtsuzluğudur Anadolu topraklarında tarih. ‘’Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için.’’ deyip bu ülke topraklarının en dibine gömülen Hrand’ın yurtsuzluğu hiç silinmeyecek tarihinden ülkemin.
Zannederler ki bizim bu ‘’yurtsuzluğumuz’’ sadece yaşayanın başına beladır. Oysa göz alıcı renklere bürünmüş dünyamızda, yurtsuzluğun rengi; karadır. Gizlenmenin karası, yakalanmanın belası, sürgün edilmenin yarası ve ölmenin, öldürülmenin vedasıdır. Ve bu kara işgal ediyor heryanımızı.
3 Haziran şair Nazım Hikmet'in ölüm yıl dönümüydü. Aramızdan bedenen ayrılan, fakat geriye bıraktıklarıyla hala aramızda yaşayan Nazım Hikmet bu memleketin en büyük sevdalısıydı. Öldürüleceğini bilmese ömür boyu ülkenin zındanlarında yaşamaya da razıydı. Fakat yurdunu terketmek zorunda kaldı. Dünya vatandaşı olmasına rağmen Anadoluya hasretti ve Anadoluya özlem çekerek yaşama veda etti. Öyle tutkundu ki ülkesine vasiyeti Anadoluda bir köy mezarlığına gömülmekti. Gömülemedi. Şimdi her çınarın altında bir mezar ve o mezarda Nazım ustanın ruhu yatar.
Sobelemeyi iyi bilen bir ülkenin saklambaç oynamayı istemeyen cesur insanlarına selam olsun.