Sirkeci’den tren gider vagon gider, derdim gider, gurbet elde bir başıma varım yoğum alır gider....
Demişler ve 1960-1970 yılları arasında Türkiye’den Almanya’ya ilk işçi kafileleri göç etmiş. Hepsinin hedefi belki de biraz para kazanıp memleketlerine geri dönmekmiş.
Belki hayat şartları o zaman öyle gerektirmiş ve bir zaman sonra ailelerini de yanına alıp ailece çalışmaya başlamışlar, biraz para kazanıp ülkemize geri döneriz umudu ile.
Hani merhum Kemal Sunal’ın bir filmi var: Gurbetçi…
İşte tam da öyle.
Böylelikle nesillerdir orada yaşayan, Almanlar’a göre gurbetçi, Türkiye’dekilere göre Alamancı bir millet türemiş. İki tarafında benimsemediği *Araf’ta bir millet.
Benim de dedemler işte o ilk Sirkeci’den Almanya’ya göç edenler arasında.
Ne kadar Almanya’da doğmuş, orada yetişip orada büyümüş, onların dilini konuşuyor, onların istediği gibi entegre olsak dahi hep yabancı, hep gurbetçi kaldık gözlerinde.
Ne kadar milliyetçi olup örf ve adetlerimize bağlı yetiştirilsek dahi Türkiye’ye gelince Alamancı ve/veya fındıklı Alman çikolatası idik sadece onların gözünde...
Gurbetçi olarak Almanlar’ın temizliğini, ayak işlerini düşük maaşa (modern kölelik) yaparken sorun yoktu ama sonraki nesillerde avukatlar, doktorlar, mühendisler iş insanları… Türk olunca, fazla entegre olduk onlara göre....
Çocukluğumuzda bize bu kadar bariz yansıtılmayan yabancı düşmanlığı, günümüzde tabi ki medyanında büyük katkısıyla buram buram hissettiriliyor...
Misal benim çocukluğumda benim ülkemde - ki İslam ülkesi olmamıza rağmen- tesettürlü okul üniversite okuyamazken Almanya’da tesettürlü arkadaşlarımız okuyabiliyordu.
Ama şimdi o yıllarca sorun olmayan tesettür nedense artık sorun olmaya başladı. İçlerinde bastırdıkları yabancı düşmanlığını gün yüzüne çıkardılar, artık gizleme gereği duymuyorlar.
Yıllarca memleketlerine ayak basamamış gurbetçilerimiz var. Gelenlerde zor şartlar altında karı-koca çalışan, çoluk çocuğunu Allah’a emanet bir başına evde bırakan, gecesini gündüzüne katıp dişinden tırnağından arttırıp izinlerini memleketlerinde geçirirler.
Türkiye’dekilerinde onlara bakış açısı; Geldi Almancılar markları saçarlar...
Ne şartlar altında kazanılmış o paralar, bilmiyorlar ki.
O işten o işe koşmuşlar, çocuklarını ihmal etmişler, ecnebilerin tuvaletini çöpünü temizlemişler, öyle kazanmışlar o paraları.
O şartlarda kazandıkları o paralarla gelmişler, kendi ülkelerinin ekonomisine katkı sağlamışlar.
Bir yılda kazandığını dişinden tırnağından arttırdığını bir ayda harcamış, çok mu? Onların hakkı yok mu?
İzin bitince yine Almanya’ya dönecekler. Robot misali, oradaki işlerine devam edecekler...
Kimbilir bir daha ne zaman memleketlerine gelip hasret giderebilecekler, memleket havası soluyabilecekler.
Başta dediğim gibi; biraz para biriktirip memleketlerimize döneriz umudu ile başlayan bu yolculuğun üzerinden dile kolay 60 yıl geçmiş.
“Yoruldum artık gurbet ellerde, memleket özlemi yüreğimin taa derininde” demişler ama halen dönememiş birçoğu ya da cenazeleri dönmüş...
Memleketine, sevdiklerine, akrabalarına taşına toprağına hasretle geçen bir ömür…
Almanya – Türkiye, “Araf Hattı”nın bir kesime göre gurbetçi, bir kesime göre Alamancıları.
Umarım bir gün, anlaşılacaksınız empatinin yetersiz, önyargının ve peşin hükümlülüğün yaygın olduğu, güzel ülkemde..
*Araf: Din kitaplarında sözü geçen, dinsel inanca göre cennet ile cehennem/iyiler ile kötüler arasında bulunan bir yer/kişiler