AKP Türkiye’nin Müsalajıdır

Derya Koca

Bir lağım ve atık çukuruna dönüştürülen Marmara Denizi’nde uzun süredir mayalanmakta olan müsilaj, birkaç haftadır yüzeye vurarak Türkiye’nin yaşadığı ekolojik yıkımı acı biçimde gözümüze soktu. Deniz, içten içe bir süredir ölüyordu. 25 milyon’un yaşadığı bölge, tarım dışı üretimin kalbi; kirletici her türlü sanayi atığının döküldüğü ve hunharca üzerinde tepinilen Marmara…

Müsilaj, Marmara’ya bir anda musallat olmadı. Onlarca yıldır biyoçeşitlilik azalıyor, oksijen tükeniyor; küresel iklim değişikliğinden de nasibini alarak ısınıyordu. Ergene Havzası’nın tüm zehri Marmara’ya karışıyor, iktidarlar ölüm saçan bu gidişata göstermelik ve son derece yetersiz “filtreleme” ile güya çözüm buluyordu.  Denetim, önleyici tedbir hak getire! Zehir saçan Ergene ve Dilovası’nda uyarı üstüne uyarı yapan namuslu bilim insanlarını susturup çarklarını döndürmek niyetindelerdi.  Kocaeli, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ile Antalya’da yapılan ve Sağlık Bakanlığı’nca sonuçları kamuoyuna ve kamu kurumlarına bildirilmeyen “kanser” araştırmasını halka duyurduğu için Bülent Şık 12 yılla yargılandı. Dilovası’ndaki hava kirliliğiyle ilgili bir çalışma yaparak, bölge halkının kansere yakalanma riskinin ülke ortalamasının 4 kat üstünde olduğunu 2011 yılında raporlayan Onur Hamzaoğlu, iktidarın hedefi haline gelmişti. O raporda Hamzaoğlu açık açık zehir soluduğumuzu, zehir içtiğimizi, zehir yediğimizi ve doğaya tonlarca zehir bıraktığımızı söylüyordu. Rapora göre, yeni doğmuş bebeklerin dışkısında ve annelerin sütünde ağır metal tespit edilmişti.

Bilimsel araştırmalara kulak vermesi gerekenler, halkı bu ölüm çukurundan kurtarması gerekenler eline geçen ilk fırsatta bu iki değerli bilim insanını KHK ile ihraç etti.

Tarımsal ilaçlarla toprağın zehirleyerek; inşaat rantı uğruna yeşil kent alanlarını talana açarak; büyük ekolojik çeşitlilik barındıran sistemleri madencilikle yok ederek; su kaynaklarını kirleterek sermayeyi büyüten sistemde müsilaj ekolojik ölümün son halkası oldu. Denizler, uzun yıllardır göze görünmeyeni su üzerine çıkararak marifeti göze sokuyor. Turizmden elde edilecek paraya büyük umutlar bağlayan Erdoğan, derhal harekete geçilmesi talimatını şahsı olarak vermeden önce haftalar boyu bu iç acıtan tabloyu izledik. Mesele insanlığın geleceği değil, turizm adına kötü bir haber olması. Marmara ölmüş, Karadeniz çöplük olmuş, Kuzey Ege sinyal veriyor umurunda değil. Maksat turizm zarar görmesin. Yüzey temizliği ile makyaj yapıldıktan sonra denizlerin ölüsü bile “para eder” diye düşündüklerini var saymak için nedenimiz çok.

***

Müsilaj, deniz tabanından yüzeye doğru çıkıp kendisini görünür hale getirdiği haftalarda Sedat Peker’in videoları da AKP iktidarının kanalizasyon atıklarını akıtmaya başlamıştı. On yıllardır ülkede ne var ne yok yiyip yutan, mala çöken, savaş suçu ve cinayet işleyen; emekçi halkın tüm oksijenini tüketip birilerinin korkunç servetlere konduğu AKP iktidarının pisliklerini ortaya döküyordu. Tıpkı müsilaj gibi AKP aslında dipteki canlılığı bitireli, sermayenin kirliliğinden beslenerek ülkenin toprağındaki yaşama çökeli çok olmuştu. Ekonomi, sanat, kültür, siyaset.. her alanda çürüme; her alanda bayağılık aldı yürüdü.

12 Eylül darbesinin katıksız sermaye yanlısı yağmacılığı ile zaten kokuşmuş olan siyaset-piyasa ilişkileri çağ atlamıştı. Müsilaj kümeleri gibi buldukları ortamda hızla çoğalan ve tüm kaynakları kendileri için tüketen bu siyasi müsailaj denize 2002’de yerleşmedi. 2002 yılı, müsilajın yükselme devrini ilan etti. AKP rejimiyle yağmacılığını siyasi bir kişiliğe ve kuralsızlığa kavuşturan sermaye çevreleri derin bir nefes aldı. İktidarın etrafında yeni müsilaj kümeleri oluştu. Türedi zenginler, hazır yiyiciler AKP’ye çok güveniyordu. Etrafında büyüdükçe büyüdüler. Sendikalar başta olmak üzere toplumsal örgütlülüğü kırmaya yemin etmiş kadim sınıf düşmanlarının iktidarında sosyalist solun atıl kalması ve gerekli sınıf temelli çıkışı sağlayamaması, istilaya karşı halk savunmasız bıraktı. Savunmasız kalan halka gelsin düşük ücretler, ağırlaşan yaşam koşulları;   gelsin zamlar, güvencesiz çalışma, işsizlik, baskı, eziyet…

Siyasal İslam’ın çürük geleneğinin getirdiği olağanüstü avantajları kullanan Türkiye burjuvazisi “işine baktı.” Güdük ve daima devletin-iktidarın kanatları altında büyüyen büyük sermaye, Erdoğan’ın hesapsız günübirlik maceralarına fren koyacak toplumsal muhalefet arayıp da bulamadığında da kuyruğunu kıstırıp kafasını çevirdi. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları olmasa da olur ama para olmadan yaşayamazlardı. Öyle de yaptılar.

Erdoğan’ın “şahsında” cisimleşen sermaye talanının onlarca yıllık yağması artık AKP müsilajı olarak yüzeye çıkıyor. Pisliğin kökü derinde, pisliğin ucu ülkenin sermaye düzeni olarak kurulan köklerine çıkıyor. Halkı fakirleştirmek, kirli tetikçilerle halka kurşun sıkmak, emperyalist hayallerle maceralara koşmak ve elde edilen ganimeti paylaşım savaşı için mafyatik ilişkileri devreye sokmak… Ne ararsan var!

Sulara akan zehri kurutmak, ta kaynağından kurutmak lazım.

Seyirlik tiyatro gibi izletilen bu pespayelikten geleceğimizi kurtarmak için seyirci olmaktan çıkmamız lazım.