“Mondros” silah bırakışması ve “Sevr” antlaşması, emperyalizmin sevinçle karşıladığı olaylardır. “Hasta adamın”, dürülen defteriyle birlikte, dirilmemek üzere silinip gittiği sanılmıştır. İç bağdaşıklar da bu sanıya gönüllü katılmışlardır. Antiemperyalist Anadolu İhtilali, zaferle sonuçlanınca işler değişmiştir. Siyasal, sosyal ve ekonomik kazanımlar, kültürel derinliklere taşınıp bir devlet belirince emperyalizm, programında zorunlu ertelemeler yapmıştır.
Daha sonraki kayıtsız-koşulsuz Batı uyduculuğu, devrimci Türkiye değerlerini bozmak isteyenlere fırsatlar yaratmıştır. Lozan’a karşı Sevr’in özlemi, Batı’da yeniden canlandığı gibi içteki karşıdevrim tutkunları da dış payandalar yakalamışlardır.1955 yılındaki Endonezya'daki “Bandung” konferansı, Asya-Afrika halklarının sömürge boyunduruğundan kurtulma çabasına karşıt Türkiye’yi şaşkınlıkla izlemiştir. “Mazlum” ulusların önderi Türkiye, zalim ülkelerle artık iç içedir.
“Tam bağımsızlık” üzerine kurulmuş Türkiye’nin, saldırgan paktlara üyelikle barışçıl inandırıcılığı sarsılmış, sosyal devlet niteliği silinerek vahşi liberalizmin geçer akçeliğine inilmiştir. Ayırımcılığın kol gezdiği, “hurafe ve safsatanın” kaynaştığı gelişmeler yaşanmıştır. Şimdilerdeki hedef, Cumhuriyet bilincini yerle bir etmektir. Böylesine yönelişin iç tarafı bellidir. Dışta ise AB, olumsuz bir ataktadır. Yeni AB İlerleme rapor taslağı da taze kanıttır.
Atatürk’ün deyişinde yer alan; “Çağcıl uygarlık” açılımı,kavram olarak doğru algılanmalıdır. Çağcıl uygarlık, Batıcılık değildir. Batı emperyalizmini savurup atmış bir ulusun ulaşmak istediği uygarlık; evrensel anlamda var olan tüm yararlı dünya değerlerine erişme iradesidir. Toplumsal yoğunluklu, bilimsel ve insani bütün kazanımlarda, dünya coğrafyasının sadece bir bölgesi ölçüt değildir. Onun için de yerküreye ABD ile beraberce saldıran AB, çağcıllığa sahip çıkamaz.
AB, Türkiye için; Sevr’i esas tutan, ulusal egemenlik erkini kaldıran, kamu yararı politikaları yadsıyan, Kıbrıs, Patrikhane ve sahte Ermeni soykırım savlarında alabildiğine taraflıdır. Bu yaklaşım, Türkiye’yi; özelleştirmeci, tahkimci ve yurt topraklarını satış yağmasına getiren özdedir. AB’nin işareti ; “AB’nin yolunu Atatürk tıkıyor” diyen, Türkiye’de etnik karakterli kümeleşmeleri dışarıdan kotaran yapıdır. Çünkü Kurtuluş savaşının intikamını almak istemektedirler.
AB ilerleme raporunda; “Atatürk’ü koruma” yasasının “İfade özgürlüğünü” kısıtladığı belirtilerek, kaldırılması öngörülmektedir. İç destek de hazırdır. Öyleyse soralım: “Eğer Atatürk, Batıcı olsaydı AB O’nun varlığını silme ve piyonlarına sildirme atağında olur muydu? Atatürk, toplumsal yararlı ve evrensel nitelikli gelişmelerden uygarlık payı çıkaran görüş sahibi olmuştur.
Kurtuluş savaşı sonrası devlet, bu ülkeyi; uluslararası alanda onurlu, fabrikalar açan, madenler çıkaran, kadınına kimlik veren, hak ve hukukla toplumu tanıştıran, barışçı, eğitimli, kültürlü, köy gerçeğini kavramış ve işçi haklarına saygın, ilerici ve toplumcu özelliklerle donatmıştır.
Şimdilerde nerededir gerçek bağımsızlık? %9' luk ekonomik büyüme hızı 1930’larda çakılıp kalmış mıdır? KİT’lerin; üretim, istihdam ve ucuz tüketim öğeleri taşıyan varlıklarından eser mi vardır? Lozan’da yitirdiklerini geri alma peşindeki emperyalizm; niçin azmıştır?
Emperyalist raporlarla ve düşünce özgürlüğü hinliği altında "Atatürk’ü koruma” ve “Türk Alfabesi” yasalarını tartışılmıştır. İlk aşamada ulusal Alfabenin yerini etnik alfabeler alarak, yurttaki iletişim duraksatılmıştır. Sömürgen emperyalizm, rotasını yürütecektir. Tarih tanıktır ki, iç gevşeme, çözülme ve hıyanetler dıştan gelecek felaketleri içe çeker, çağırır. Düzeltilmesi gereken budur.