Otobüste Astronomi
Servise bindim iş çıkışı. Aklımda gazetede yayınlanacak yazılar vardı. O gün gönderecektim. Bir yazım vardı, bir de arkadaştan gelecekti. Yeter...
Servise bindim iş çıkışı. Aklımda gazetede yayınlanacak yazılar vardı. O gün gönderecektim. Bir yazım vardı, bir de arkadaştan gelecekti. Yeter miydi acaba? Uzunluklarına göre değişir. Acil durumlar için "aklımda" olan bir yazı vardı, oturup yarım saatte yazabilirdim. Bir de çok acil durumlar için bir başka yazı vardı; öykü şeklindeydi. Bu yazı gerçekten acil durumlar için olduğundan gazeteye ateşlenmesi için iki ayrı butona basmak gerekiyordu. Güvenlik üst seviyedeydi. Aferin deyip kendi kendimle gurur duydum.
Bu arada arkadaşım Soner’in yanına oturmuştum. Kendisi üç haftadır bana yazı göndereceğim deyip göndermediğinden, “sana yazı yollayacağım bu hafta” dediğinde, “yav hee hee” deyip geçiştirdim.
Onunla rutin bilim sohbetimize başladık. Evrenin ne kadar geniş olduğundan söz ettik. Çok fazla boş alan vardı evrende. Akıl almayacak kadar çok. Bu kadar boş alan biz insanlar için çok fazlaydı. Şu anki en hızlı araçlarımızla bile en yakın yıldıza gitmemiz binlerce yıl sürer. Bu çıkmaza hayıflandık. Hapis gibiydik bu evrende. Uzaylıların gelip bizi kurtarması gerekiyordu, başka yolu yoktu. Ama ya gelenler o kadar da iyi niyetli değillerse? Yapacak bir şey yok. Peki nasıl dikkatlerini çekeceğiz onların? Radyo yayınlarımız bile en yakın yıldıza erişemeden sönüyor. Zaten 100 yıldır yayın yapıyoruz, ancak 100 ışık yılı uzaklığa gitmiştir bu yayınlar. Eee ne olacak? İnsanlık biçare mi kalacak? Hayır Soner’in muhteşem bir fikri vardı. Biliyorsunuz gezegen denen gök cisimleri adlarıyla müsemma bir şekilde işsiz, güçsüz avare avare güneşin etrafında dolanırlar. Kız meslek lisesinin etrafındaki çakallar gibi yaptıkları bu turlardan kimseye faydaları var mı bilinmez. İçlerinden birisi de iyi bilirsiniz; kendisi it kopuk takımından olduğundan pluto ismini almış ve bu bohem hayata bile tutunamayıp gezegenlikten atılmış olan yaratıktır. Bu vasıfsız ve kimi halkalı, kimi, kraterli, boş gezenin boş tayfası olan gezegenleri kullanarak uzaylıların dikkatini çekebilirdik! Soner’in bu fikrini sevmiştim doğrusu. İşin özü şuydu bu vahşi gezegenlerden iki tanesini yakalayıp, bir pankartı herbirine bağlayacaktık ve pankartta da “uzaylılar hoşgeldiniz” yazacaktı. Ben fikri bir adım öte taşıdım ve pankart ipleri esnek olsun ki gezegenler döndükçe sağa sola dolanıp kopmasın dedim.
Bununla yetinmeyip ufak gezegenlerden Merkür’ü de kazıp üstüne ismimizi yazalım ki uzaylıların dikkatini çeksin dedik. Pankartta da ufak delikler olsundu ki göktaşları çarpıp yırtmasın, içinden geçsin.
Kendisi bir gezegene de el sallayan dev el maketi takalım dedi de onu da artık ciddiye almayayım dedim.
Bu dahiyane beyin jimnastiğiyle servisten inip, bir sorunu daha çözmenin huzuru içinde güneşin battığı yönde ilerledik.
Levent Altunöz
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.