İKİBİN YİRMİ BEŞ’E BİR KALA
Bir çocuğun top peşine koştuğu gibi koşar adım nefret tohumları ekiliyor insan aklının bahçesine. Nefret Kök salıyor, boy veriyor, yeşeriyor. Duygudaşlıktan uzak, vicdanı sızlamaktan bile bir çare… Kendinden olmayana ‘’Oh olsunlar, beter olsunlar’’ eşliğinde… Kendi gibi olmayana ‘’Yok olsunlar, gebersinler,’’homurdanışları peşinde.
İnsanın aklından bir pire misali zıplayıp bir başka insanın aklına geçiyor nefret. Zehirliyor tutunduğu yeri. İki kişi oluyor önce. Sonra yüz, sonra bin, sonra milyonlar… Bir salgın hastalık gibi toplumsallaşıyor. Yediğimiz bala, içtiğimiz suya karışıyor. Ülkenin resmi dili haline geliyor zamanla. Bayrağı dalgalanıyor gökyüzünde kanlı, yırtık. Nesilden nesile bir miras gibi aktarılıyor.
Nefret dili insanları, gazeteleri, haberleri… Nefret dili okulları, parkları, bahçeleri, iş yerlerini… Nefret dili insanın olduğu her şeyi, düşüncesinin girdiği, dilinin kullanıldığı her yeri kuşatıyor.
Nefrete karşı sevgi ise direniyor. İyiliğin gardı düşse, güzellik tutsak edilse, saygı susturulsa ve umut zafer ganimeti olarak yağmalansa da daha büyük barikatlar kurup, daha derin cepheler kazıyarak direniyor.
Farklılıkları zenginlik olarak kabul etseydik. Yüz parçalık bir pazılın bir parçası olarak görebilseydik birbirimizi, yeryüzü daha güzel olabilirdi. Fakat kendini her şeyin hâkimi ve sahibi zannedenler tarafından hayat zehir zıkkım şimdi...
Küçük salonlarda buluşup, insanın az olduğu yerlerde sadece sevdiklerimizle yanyana gelip, gerek duymadıkça dışarı çıkmasak da, sonu mutlu biten filmler izleyip, romanlar okuyup, temiz kalmak adına kendimizi edebiyata, sanata, doğaya, hayvana, bitkiye, adasak da, nefret kapımızı kırıp bizi de yutmadan mücadele etmeli, hayatı dönüştürmeliyiz.
2025 yılından beklentim budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.