HERKESİN DERDİ KENDİNE AĞIR

HERKESİN DERDİ KENDİNE AĞIR

 

Yaz tatilinde doğduğum şehre gittim. İşim vardı, bir bankaya girdim. Sıra çok, beklemem gerekir. Genç bir delikanlının yanına oturdum. O arada abim aradı ve telefonla konuştum. Telefonu kapattıktan sonra yanındaki genç “Abla buralı mısın” diye sordu. “Neden sordun” dedim. ”Hiiç, buralılara benzemiyorsun da.” “Sen nerelisin” diyerek konuşmayı devam ettirdim. İncesu’nun bir köyündenmiş. Lise son sınıfa geçmiş, kendisi güzel sanatlara gitmek istiyormuş ama babası “oralarda ekmek yok, doğru dürüst bir fakülteye git diyormuş.” Mühendislik falan… Babasına çok kızıyormuş genç, onu anlamadığı için. Yine de bir şey diyemiyormuş çünkü babasını da haklı buluyormuş. “Mutlu değilim ama o da benim iyiliğimi düşünüyor” diyor.

Zaman cumhurbaşkanlığı seçimlerinin öncesi. Banka kalabalık, biz gençle konuşmaya devam ediyoruz. “Abla oyunu kime vereceksin” diye soruyor. “Ekmeleddin’e vereceğim” diyorum. Daha sonradan yanımdaki delikanlının akrabası olduğunu öğrendiğim otuz yaşlarında bir genç geliyor ve konuşmaya dâhil oluyor. “Niye Ekmeleddin’e veriyorsunuz” diye soruyor, o da. Bugünkü hükümetin kendi gibi düşünmeyenleri dışladığını, haklarında ciddi şüphelerim olduğunu söylüyorum. Karşımdaki bir anda sesini yükseltiyor ve ciddi bir savunma refleksiyle Türkiye’deki muhalefeti eleştiriyor. “Haklısın” diyorum “ama sen de hükümetin antidemokratik, hukuksuz davrandığını düşünüyor musun?” “ Ne demokrasisi abla ya, bizim millet demokrasiden anlamaz, biz diktatörleri severiz, düzen için öyle olması gerekir ”diyor. Aklıma rahmetli Türkmenbaşı geliyor, o da Ruhname adlı kitabında benzer bir fikir öne sürmüş Türklerin ancak tek adamlıkla yönetilirse huzur bulacaklarını söylemişti.

“Peki” diyorum PKK’nın bu gün geldiği nokta için ne düşünüyorsun?” “Konuşulması lazımdı, onların fikirlerini de dinlemek ve çözüm aramak gerekirdi, bunu sadece bu hükümet yapabildi” diyor gururla. “Harika, senin gibi düşünüyorum ama biraz önce, hükümetin kendi gibi düşünmeyenleri dışladığını, bunun demokratik olmadığını söylerken, ne demokrasisi abla, diktatörlük olması gerekir, diyordun, yani ben Türküm diye konuşulmayı hak etmiyor muyum?” diyorum.

Anlık kafası karışıyor, “biz bu hükümetin hatalarını da biliyoruz ama muhalefet iyi bir adam çıkarsa ona veririz oyumuzu” diye hafif bir geri adım atıyor ama olanca enerjisi ile Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’ı savunuyor. Birbiriyle çelişik birçok fikir ortaya atıyor. “Osmanlının eski günlerine dönecek ülkemiz inşallah” diye de sevinç ve yüzde yüz inanmışlıkla ekliyor.

Bir ara etrafa bakıyorum, birkaç kişi bizi gülümseyerek dinliyor. Konuştuğum genç elektrik mühendisi olduğunu söylüyor, yani bilinçli bir vatandaşım demeye getiriyor. Oysa benim Türkiye’de hiçbir diplomaya güvenmediğimi bilmiyor. En azından diplomaların insanı “ bilinçli adam” yapmadığını, “adam” olmanın çok başka erdemler gerektirdiğini, çoktan anlamış olduğumu nereden bilecek.

Bu arada bankadaki müşteri sıralarının çok uzun olduğunu fark ediyorum, sıra bana hala gelmedi. Bu tür konuşmaların kör döğüşü olduğunu bilirim aslında ama can sıkıntısı işte, tanımadığım insanlarla da sohbet etmek, onların düşüncelerini öğrenmek hoşuma gidiyor.

Yarım saattir tartışmakta olduğum elektrik mühendisi gence, fikir alışverişinde bulunduğumuz için teşekkür ediyorum, hakkını da helal etmesini istiyorum. Bir an şaşırıyor “helal olsun abla, sen de helal et” diyor, sonrada ekliyor “sizin gibilerin Türkiye’de olması lazım, bu çok gerekli” diyor. Gülüyorum elimi uzatırken “ olmasam daha iyi olurdu, bazen nasıl acı çektiğimi bilemezsin” diyorum. Ayrılıyoruz.

Aynı gün doğduğum kasabaya gidiyorum. Aynı sırada oturmuş olduğumu hatırlamadığım ilkokul arkadaşım beni ziyarete geliyor. Abartılı kucaklaşmalar, el şakaları içinde, “gız Nurdan ne günlerdi” diyerek gülüyor. Onun konuşmalarını severim, açık sözlü, tuttuğunu koparan, devlet mevlet dinlemeyen cinsten bir kadın.

 “Hep Erdoğan’a verdim oyumu amma daha da vermem’ diyor. “Niye” diye soruyorum. Oğlunun kamyon aldığından, vergilerin ağırlığından başlıyor, anlatıyor da anlatıyor… bol bol güldürüyor beni, çok hoş.

Konuşmayı uzatmak için “sen bilirsin kasabada durum nasıl diyorum” bir kahkaha atıyor. “ Nasıl olacak, erkekler küfrediyor, avratlar Erdoğan dii, yerleri tırmalıyor” diyor. Şaşırıyorum “niye ki” diyorum, devam ediyor. “Avratlar mezarlarına Erdoğan’ın resmini bile götürürler. Az şey mi, dul avratlara iki ayda 500 bin lira veriyor, avratlar da bu parayı yiyip içip yatıyor, evlenmiyorlar. Erkeklerde, evlenecek avrat bulamayınca küfrediyorlar”

 

Kim demişti: “Herkesin derdi kendine ağır/ Gerisinin dili lal, kulağı sağır”, galiba Küçük İskender…

Bu yazı toplam 200 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi